TESİD Konuşma 29.1.2013
Sayın Bakan, Değerli Konuklar, Sevgili Arkadaşlarım,
Ülkemize değerli katkılar yapan, benim çok takdir ettiğim ve özellikle her yıl büyük bir emekle çıkardıkları Almanaklarından sık sık yararlandığım Türkiye Elektronik Sanayicileri Derneğinin bu yıl iki hizmet ödülünden birini bana vermesi beni çok sevindirdi ve onurlandırdı. Beni bu ödle layık görenlere teşekkürlerimi sunuyorum
Ödüle ek olarak TESİDin böyle güzel bir tören düzenlemiş olması ve sizlere hitabetme fırsatı vermiş olması da benim için aynı derecede değerli. Biraz önce çoğunuzla görüşüp kucaklaştık, hasret giderdik, içim ısındı. Ortak dostumuz olan Faruk Özak’dan sayın bakanımızla ilgili güzel şeyler işitmiştim. Kendisi ile hemen kaynaştık. Ben şimdi kendimi bir arkadaş toplantısında hissediyorum, rahatım, sevinçliyim.
Arkadaşlar,
Benim kimliğimin iki önemli parçası var.
Birincisi akademisyenlik, eğitimcilik. Ben diyorum ki eğitim benim hem işim hem de hobim; işimi gerçekten çok seviyorum ve yolun başında olsam hiç tereddüt etmeden yine aynı mesleği seçerdim.
İkinci parçam Akçapınarlılık. Akçapınar, Gönen’e 6 km mesafede, bir dağın ve ormanın eteğinde, 500 yıllık, 45 hane, 160 nüfuslu bir köy. Bakkal, dükkan vb yok; kadınlar ekmeği 500 yıl önce nasıl yapıyorlarsa şimdi de öyle yapıyorlar; müthiş bir ekmek! Belki dünyaca ünlü örgülerini de eskiden olduğu gibi örüyorlar. Civardaki tabiat ve daha bir çok şey 500 yıl öncekinin aynı. Fakat yakın zamanda değişecek.
Doğallığın lezzeti ile ilgili bir anımı anlatmak istiyorum. Temmuz 2012de eşim, kızlarımız ve torunlarımız Bodrum Akturda bir aylık bir tatil için toplandık. Çayhan ve ben önce köye gittik, 8 tane köy ekmeği, nohut, fasulye, yumurta vb şeyleri arabaya doldurup Aktura götürdük. 20 gün kadar sonra ekmekler bitti, sofraya market ekmeği geldi. Londra’da yaşayan 5 yaşındaki en küçük torun Asya “Ben bu ekmeği yemem” dedi. Ne istiyorsun diye sordumuzda “Köy ekmeği” dedi. Telefon ettik, kargo ile 6 ekmek daha gönderdiler. Arkadaşlar köyün nohutu da domatesi de başka lezzetde. Ayrıca her türlü doğa olayını orada daha derinden hissediyorsunuz: yağmur, kar, mehtap, fırtına çok daha etkileyici şehirdekine nazaran.
Köyde, 9000 metre karelik bir arsa içinde dedem Derviş Recep’in evinin olduğu yerde 4 odalı büyük bir ev yaptırdım. Amaçlarımdan biri insanlar gelip her nasılsa bakir kalmış olan bu güzel köyü ve doğayı görsün; Akçapınarlılar da değişik insanlar görsün. Ağustos ayında önceki bakanlardan Faruk Özak ve değerli eşi Verda Hanım geldiler, 2 gün kaldılar. Kendileri Trabzon aşığı, fakat Akçapınarı da çok sevdiler.
Sizleri, ister günübirlik ister yatıya Akçapınar’a davet ediyorum. Köyü, orijinal halinde görebilmek için, lütfen ayağınızı çabuk tutun! Daha önceden gelmiş olanlar artık Akçapınarlı sayıldıkları için Akçapınarlılar onları her zaman bekliyor.
Ben, Akçapınarın insanları ile, dereleri tepeleri ile bütünleşmiş gibiyim.
Köyde 2 keçi sürüsü 6 tane de koyun sürüsü var. Her sürüde 2- 3 çoban köpeği var, sadece onlardan bazıları ile bazen hırlaşıyoruz, fakat yavaş yavaş anlaşıyoruz.
Arkadaşlar,
Evi yaptırmaktaki diğer önemli bir amacım arkadan gelenlerin tırmanabilecekleri yerlere kadar tırmanmalarına yardımcı olmak.
500 yıllık köyde okul yüzü gören ilk kişi 1923 doğumlu merhum Recep Ağabeyim. İkinci kişi benim. Ben 1944 yılında sınav verip Gönen’de üçüncü sınıftan ilkokula başladım. Sonra 1963 yılında köyde ilkokul inşa edilinceye kadar gene okula giden yok .
Böyle olunca arkadan gelenlere yardımcı olma isteği bende biraz tutku haline gelmiş. Gönen’in içinden ve köylerinden çok sayıda öğrenci bana geliyor; onlara yardımcı olmaya çalışıyorum; bazen köydeki evde bayramlaşmak için 50 kadar kişi toplanıyoruz. Bu çabalarımı göz önüne alan Gönen belediye meclisi oybirliği ile Gönen’deki bir caddeye benim adımı verdi; üzerinde şimdilik Gönen Meslek Yüksek okulu ve bir kaç bina var. Ben buradan Gönen Belediye Meclisi üyelerine teşekkürlerimi ve sevgilerimi gönderiyorum.
Şimdi akdemik kimliğime dönüyorum. 9 yılı dekanlık olmak üzere 50 yılı aşkın bir süredir bu dünyanın içindeyim; ülkemiz için önemli gördüğüm bazı konulara değinmek istiyorum; bu konuları seçerken Sayın Bakanımızın da burada olacağını gözönüne aldım.
Arkadaşlar,
Günümüzünün sihirli kelimelerinden biri, araştırma; Özellikle ArGe. Ülkemizin geleceği açısından bunun çok önemli olduğunu anladık ve gerçekten hızlı bir iyileştirme var. Milli gelirden araştırmaya ayrılan pay hızla artıyor; çalışan
10 000 kişye düşen tam zamanklı araştırıcı sayısı hızla yükseliyor, 2009’danberi en çok ArGe personeli özel sektörde çalışıyor. Bunlar hep , sayın bakanımızın da değerli katkılar yaptığı sevindirici ilerlemeler.
Araştırıcılar yeni bilgiler üreterek, yeni sistemler geliştirerek toplumu ileri götürür. Aynı derecede önemli bir katkıları daha var: Araştırıcılar toplumu aydınlatan ışık kaynakları gibidir. Bir toplumda ne kadar çok araştırıcı ve araştırıcı kafa yapısına sahip insan varsa o toplum o derece rasyonel, akılcı davranır; bunların sayısı azaldıkça hurafelerin ve dogmatik düşüncenin etkisi artar.
Bilimsel Araştırmalar şöyle sınıflandırılabilir: Temel Araştırma, Uygulamalı araştırma ve Araştırma-geliştirme:AR-GE. Araştırmaya ayrılacak kaynaklar bu üçü arasında, ülkemizin araştırma polikası uyarınca paylaştırılıyor.
Ben, meslek hayatım boyunca, Temel Araştırma yapan değerli arkadaşların kendilerine yeterli destek verilmediği şikayetlerine tanık oldum.
Diyorum ki yetenekli ve istekli bir kişi, temel araştırma da yapsa mümkün olduğunca desteklenmelidir. Çünkü:
- Yeterli temel araştırma yoksa öteki araştırmalar da gereği gibi yapılamaz.
- Temel araştırma yaparak yetişmiş bir kişi, yeri geldiğinde diğer araştırma türlerinde de başarılı olur.
- Temel araştırma sonuçları, umulmadık bir zamanda uygulumalı araştırmaya dönüşebilir..
Buna güzel bir örnek, benim yıllardır öğrettiğim Boole Cebridir. 1854 yılında İngiliz matematikçisi George Boole bu teorik matematiği ortaya atmış;Boole Cebri bir Cebirsel sistem. Yani bir küme ve o kümenin elemanları üzerine tanımlanmış işlemlerden, aksiyomlardan, tanımlardan ve üretilen teoremlerden oluşuyor. Klasik cebirsel sistemlerden çok farklı. Mesela önemli bir aksiyomu şöyle: a+bc=(a+b)(a+c), ilk duyduklarında öğrenciler buna çok itiraz ederler.
50 yıl Boole Cebri bir ilgi görmüyor. 2004 yılında Huntington bu cebrin bağımsız bir aksiyom takımını belirliyor; ilgi bu kadar. Ta ki 1939 yılında Claude Shanon bu cebrin Lojik Devrelerin Analiz ve Sentezinde kullanılabileceğini gösterinceye kadar. Bunu ortaya attığı master tezini asrın tezi olarak görenler var. Bu günkü dijital dünyanın temel matematiği bu. Yaşasaydı Geoge Boole ödüllere garkolacaktı.
Arkadaşlar,
Her akademisyen aynı zamda bir araştırıcıdır ve özellikle ülkemizde, araştırmaların önemli bir kısmını akademisyenler gerçekleştiriyor.
Fakat üniversitelerin 2 önemli görevi daha var.
-Nitelikli eleman yetiştirmek ve
-Topluma danışmanlık yapmak, çeşitli kademelerde çözümlenemeyen problemlere çözüm üretmek.
Üniversitelerimizin bu görevlerini layıkıyla yapması ülkemiz için yaşamsal öneme sahiptir.
Aşağı kademelerde çözülemeyen bir problem, kademe kademe yukarı aktarılır ve en sonunda üniversiteye gelir; yani üniversite SON MERCİdir, problem orada da çözülemezse ülkenin gelişimi yavaşlar, ayrıca vatandaşların özgüveni zayıflar ki bunun da ağır bir bedeli var.
Nitelikli insan yetiştirmeye gelince,
Arkadaşlar,
Günümüz dünyasında bir ülkenin gücü, sahibolduğu nitelikli insan sayısı ile ölçülüyor, kaynaklarının zenginliği vs ile değil.
Üniversitelerde eleman yetiştiren birimler Bölümlerdir.
Bir bölümün nitelikli mezunlar vermesi için nerede ise gerek ve yeter koşul,
Nitelikli bir öğretim kadrosuna sahibolması ve öğretim üyesi başına öğrenci sayısının belirli bir sınırı aşmamasıdır. Mühendislik bölümleri için bu sınır 25 gibidir. Yani bir mühendislik bölümünde 5 tane süper hoca var ve bölümdeki öğrenci sayısı 250 ise oradan nitelikli mezunlar vermek pek mümkün değildir.Daha doğrusu, mezunların ortalama kalitesi tatminkar olamaz.
Öte yandan, öğretim üyesi başına öğrenci sayısı makul da olsa, mezunların niteliği, kadronun niteliğine sıkı sıkıya bağlıdır.
EE bölümlerinde gözlemlediğim ve önemli olduğuna inandığım 2 soruna değinmek istiyorum
Birincisi, matematik ve fizikle arası pek iyi olmayan çok sayıda öğrenci EE bölümlerine kaydoluyor; sonra da derslerde başarısız oldukları için bunalıma giriyorlar. Neden EE bölümünü seçtiğini sorduğumuz zaman, “Annem babam böyle istedi; çalışırsın yaparsın” dediler cevabını alıyoruz.
Bir lise mezunu, yeteneğinin ve hevesinin olduğu bir bölüme kaydolmalıdır. Aksi halde ya mezun olamıyor ya da çok gecikerek minimal bir ortalama ile mezun oluyor ki böyle bir mezuniyet pek bir işe yaramıyor. Bu konunun ülke çapında tartışılması gerektiği kanısındayım.
İkincisi de Ülkemizde, özellikle gençler arasında, çalışmayıp zekası ile idare etmenin marifet sayılmasıdır; bu eğilim, bence ülkemizin gelişmesini yavaşlatan önemli bir etkendir.
Bandırmadaki Şehit Mehmet Gönenç lisesinde öğrencilere yaptığım bir konuşmada şöyle demiştim:
Günümüz dünyasında en geçerli meziyet düzgün ve etkin çalışmaktır.
Çalışmayıp zekası ile idare etmek akılsızlık, işi kurnazlığa dökmek ahlaksızlıktır.
Müdür Hüseyin Bey bu sözümü not etmiş, ebru sanatçısı Osman Şimşek yardımıyla sözü tablo şekline getirmiş sonra da bana göndermiş. Müdür Bey demek istiyor ki “tam üstüne bastın, konu çok önemli!”
Bu yaygın ve yanlış eğilimin tüm eğitim kademeleri boyunca düzeltilmeye çalışılmasının çok önemli olduğu kanısındayım.
Arkadaşlar,
Konuşmamı sonlandırmadan önce bir kişi için ve bir ulus için asıl amacın ne olduğuna değinmek istiyorum.
Bir kişi için nihai amaç, asıl amaç mutlu olmaktır. Yani,
Kendisi ile barışık olmaktır,
Yaşama sevinci ile dolu olmak,
güzelliklerden haz alabilmek,
gülmek, kahkaha atmak ıslık çalıp şarkı söylemektir,
Bir ulus için amaç ise mutluluğu zamanda ve mekanda yaygınlaştırmaktır. Örneğin bayram süresince ulus olarak mutlu, sonrasınada az mutlu isek mutluluğu zamanda yaygınlaştıramadık demektir. Öte yandan örneğin, Ege bölgesindeki vatandaşlar mutlu, geri kalanlar az mutlu ise mutluluğu mekanda yaygınlaştıramadık demektir.
Bu Ulusal amacın gerçekleştirilmesi, esas itibariyle hükümetimizin görevidir.
Diyeceksiniz ki sen ne derece mutlusun?
Arakadaşlar ben gerçekten çok keyifli ve çok mutluyum. Bunu şöyle bir hikaye ile açıkalmak istiyorum.
MÖ 558 yılında vefat etmiş olan Atinalı kanun yapıcı ve filozof Solon seyahate çıkar, Salihli yakınındaki , Lidya’nın baş şehri Sart’a gelir. Lidya kralı Kreyzüz (Karun diye de anılıyor) , onu sarayına davet eder. Kral çok zengin, çok güçlü ve çok mağrurdur. Solon’a hazinelerinin bir kısmını gösterdikten sonra, “Sence dünyanın en mutlu insanı kim?” diye sorar. “Tabii ki sen” cevabını beklerken Solon, “Sisamlı falanca kişi” diye cevap verir. Kreyzüs bir şey demez ve hazinelerinin devamını gösterdikten sonra yine aynı soruyu sorar. Solon, bu sefer diyelim ki Atinalı falanca kişi deyince Kral “Niye ben değil” diye kuvvetli itirazda bulunur.
Filozof Solon der ki bir kimsenin mutlu olduğunu söylemek için resmin tamamını görmek gerekir. Sen henüz 50 yaşında bile değilsin; zaman ne gösterir bilemeyiz. Benim adını söylediklerim dolu dolu mutlu bir hayat yaşamış ve yaşı kemale ermiş kimseler. Gel zaman git zaman MÖ 546 yılında Kreyzüs Perslere saldırmaya hazırlanırken, Pers kralı Sirüs ordusu ile baskın yapar ve 14 gün sonra Kreyzüsü esir alır. Onu tanrılara kurban etmek için büyük bir ateş yaktırır. Kreyzüs ateşe götürülürken ah Solon Solon diye bir kaç kez haykırır. Sirüs, merak eder, Kreyzüsü getirtip sorar. O da yaşadıklarını uzun uzun anltınca, Sirüs, aynı şeyin kendi başına da gelebileceğini düşünür ve Kreyzüsü affedip danışman olarak kullanır.
Şimdi ben diyorum ki Solon beni tanısaydı birinci veya ikinci soruya cevap olarak “Akçapınarlı Ahmet” derdi
Arkadaşlar,
TESİD’e bana bu değerli ödülü layık gördüğü için tekrar teşekkür ediyorum. Fakat benim için asıl ödül sizlerin buradaki varlığı.
Benim mutluluğuma tanıklık ettiniz, benim sevincimi arttırdınız, bana çok güzel duygular yaşattınız.
Hepinize teşekkür ediyorum ve sizlere içten sevgilerimi sunuyorum. Sağolun, Varolun.
Ahmet Dervişoğlu
29 Ocak 2013