DERVİŞ’İN AKLI
Derviş’in Aklı, lise yıllarımdan beri kitaplarını severek okuduğum Doğan Cüceloğlu’nun son kitabı. Doğan Cüceloğlu’nu, “şöyle yaşa, şunu yap, bunu yapma!” türünden diktelerle insanları yönlendiren kişisel gelişim yazarlarından ayıran en önemli fark, o sakin ve yol gösterici üslûbu! Almış olduğu akademik psikoloji eğitimi ile insanî özelliklerinin birleşimi harika bir uyum yaratıyor. Bence onu farklı yapan ve her yaştan okuru Doğan Cüceloğlu’nun kitaplarına çeken şey de, bu uyumun üslûbuna yansımış olması! Kurallar koyup yönlendirmeler yapan bir baba-yazar gibi değil de, deneyimlerini, karşılaştığı olayları anlatıp yol gösteren, sonunda yine seçimi çocuğuna/okura bırakan özgürlükçü baba-yazar tavrı!

Ancak tüm bu özelliklerinin yanı sıra son kitabı Derviş’in Aklı’nı benim için özel kılan başka bir şey var: Ben o anlattığı, sohbet ettiği “Derviş”i tanıyorum! Bu nedenle, Derviş’in aklına, vicdanına, insanlığına birebir tanıklık etmiş, defalarca sohbet etmiş biri olarak Ahmet Dervişoğlu’nun “dervişliği”ni Doğan Cüceloğlu’nun üslubundan okumak ayrı bir bir keyifti benim için.

Ahmet Dervişoğluyla tanışıklığım 10 yıl öncesine dayanıyor. Doğan Cüceloğlu’nu bir okur olarak tanıyışım ise çok daha eski… Lise yıllarımdan beri takip ediyorum kitaplarını. Üniversite sınavlarına hazırlanırken başucu kitaplarımdan biriydi Savaşçı. Hatta, Ahmet Dervişoğlu’na ithaf ettiği Yetişkin Çocuklar kitabını Ahmet Dervişoğlu’nu henüz tanımadığım yıllarda okumuştum. Şimdi kitabı tekrar elime aldığımda karşılaştığım ithaf cümleleriyle Derviş’in Aklı’nın nüvelerinin o yıllarda atılmış olduğunu farkediyorum.

“Bu kitabı son otuz yıl içinde yakından tanıma fırsatı bulduğum; tanıdıkça sevgi ve hayranlık duygularımın arttığı; gülüşüyle içindeki çocuğun, saflığını ve yaşama sevincini; değer ve ilkeleriyle içindeki anababanın bilgeliğini ve faziletini yansıtan, dostu olmaktan gurur duyduğum, Ahmet Dervişoğlu’na sunuyorum.”

İşte Derviş’in Aklı, aynı bu cümlelerdeki gibi gülüşü, içindeki çocuk saflığı ve yaşama sevinci, değer ve ilkeleri, bilgeliği ile bir baba, bir eş, bir profesör, bir hoca, bir “derviş” olarak Ahmet Dervişoğlu’nu tatlı bir dost sohbetiyle okurlara tanıtıyor.
Bu kitap aracılığıyla Ahmet Dervişoğlu’nu ve hayata bakışını tanıyacaklar için kitapta ve gerçek hayatta etkilendiğim, ilham aldığım bazı özelliklerin, onun “derviş” olarak tanımlanmasını sağlayan bazı değerlerin altını çizmek istiyorum.

Akılcılık ve analitik düşünme
Ahmet Dervişoğlu’nun başka yazılarında ve röportajlarında da kendi hayatını anlatırken sürekli vurguladığı bir nokta var. Dervişoğlu, geçmişi 500 yıl öncesine dayanan bir köyde doğan -o köy Anadolu’nun birçok köyü gibi 50-60 yıl öncesine dek ilkel tarımı devam ettiren, ışığın olmadığı, batıl inançların kol gezdiği bir yer.- ve o köyde okuyan ikinci kişi. Üstelik bu okuma, dönemin benzer şartlarında örneklerinin görüldüğü gibi subay ya da öğretmen olarak köyden ayrılma değildir. Ortaçağ koşullarında bir yerden dünyanın en iyi üniversitelerine uzanan bir bilinç, bir aydınlanma hikayesidir. Dervişoğlu’nun deyişiyle “Ay’a gitmek gibi bir şeydir!”
Dervişoğlu, bunda babasının eğitimsiz olmasına rağmen analitik düşünme yeteğine sahip bir insan olmasının, eğitimin öneminin farkında olarak kendisini desteklemesinin etkili olduğunu söylüyor. Yani “dervişlik” bu yönüyle babadan gelmektedir. Dervişoğlu soyadı da önceleri lakaplarıdır. Dervişlik herkese kapılarının açık olması, yol göstermeleri, yardımcı olmaları dolayısıyla aileye verilen bir isim, bir aile geleneğidir.
Ancak Dervişoğlu, klasik bir derviş olmadığının da altını çiziyor:

“Ben öyle sembolcü bir insan değilim, ben akılcı bir insanım. Yani bende derviş sabrı var, bende, dervişin zorda kalanlara yardım etme özelliği var, rasyonellik tarafı var ama ben kalsik bir derviş değilim.” (s.274)

Gelişmiş insan – sığ insan
Gelişmiş insan tanımı birçok şekilde ve farklı açılardan bakılarak yapılabilir. Ahmet Dervişoğlu’nun kitapta da yer alan, benim de birçok kereler kendisinden dinlediğim tanımı ise bir gözlemin ürünüdür. Kendi kültürü ile başka kültürleri yıllarca gözlemlemiş, karşılaştırma fırsatı bulmuş birinin sözleridir. Ona göre “gelişmiş insan, adalet duygusu yüksek kıskançlık duygusu zayıf” insandır. Çevresindeki başarıları, güzellikleri takdir edebilen, kıskançlık hissetmeden öne çıkarıp dile getirebilen insandır. Gerçekten, onunla konuşan, vakit geçiren her insan bu özelliğini kolayca farkedebilir ve kendisini çok özel, değerli hisseder. Bu bizim toplumumuzda alışık olunan bir durum değil maalesef. Akademik dünyada da bu böyle, taşrada ya da kentteki insan ilişkilerinde de. Ama Ahmet Dervişoğlu bunu çok güzel başarıyor. Üstelik bunu yapması gerektiği için bir görev gibi değil, büyük bir doğallıkla, öylesi içinden geldiği için ve her seferinde yapıyor. Onunla konuşurken onun çok iyi bildiği, gayet sıradan bir olayı bile anlatıyor olsanız sizi büyük bir hayretle dinler. Sorular sorar. Size kendinizi iyi hissettirir. Bu konudaki bilginizi över.
Bu davranışını Akçapınar’daki evine gelen her kesimden ve her yaştan insana gösterdiğine defalarca şahit oldum. Ondan öğrendim en güzel kazanımlardan biri de bu özellik! Örneğin, köyündeki küçük çocukların gözlemlediği yeteneklerine, sergiledikleri davranışlara vurgu yaparak onlara güven aşılar. Köydeki kadınların kıyafetlerinin güzelliğini dile getirerek onların kendilerini iyi hissetmelerini sağlar. Karşısındakinin kim olduğu önemli değildir. Gelişmiş insan her koşulda ve herkese karşı aynı davranışları gösteren insandır.

Ben de işim gereği dünyanın her yerinden, çok farklı kültürlerden insanlar tanıyorum ve onlara Türkçe öğretiyorum. Bu sayede hepsinin davranışlarını gözlemleme fırsatı buluyorum. Ahmet Hoca’nın bu anlattığım özelliğine benzer davranışlara birkaç yıl önce ilk kez Korelilere verdiğim derste şahit oldum. Şimdi alışmış olsam da Korelilerin dersine ilk girdiğim günkü şaşkınlığımı hâlâ hatırlıyorum. Ben her zaman yaptığım gibi Türkçe’nin bir kuralını söylüyorum. Sınıftan yüksek sesli bir tepki, bir sevinç ve hayret nidasıyla karşılaşıyorum. Tahtaya bir örnek yazıyorum, yine aynı tepkiler… Kendimi olağanüstü şeyler anlatıyor, sanki Türkçe’nin sırlarını veriyormuş gibi hissediyorum ☺ Dersin sonuna kadar bu mutluluk ve memnuniyet dönütleri devam ediyor. Tabii bendeki şaşkınlık da… “Ne kadar ilginç, sanırım ilk kez duyuyorlar her şeyi, ne kadar da öğrenmeyi seviyorlar. İlk kez böyle öğrencilerle karşılaşıyorum” diye düşünürken ders bitiyor ve sınıftan çıkmaya hazırlanıyorum. O da ne! Bütün sınıf ayağa kalkmış alkışlıyor. Önce şaşırıyorum tabii ve başka bir sebep olduğunu düşünerek neden alkışladıklarını soruyorum. Bana, onlara çok güzel şeyler öğrettiğimi, kendi kültürlerinde bir öğrencinin öğretmenine ya da herhangi bir insanın yeni şeyler öğrendiği birine böyle davrandığını ve davranması gerektiğini söylüyorlar. Bunun benim görevim olduğunu söylesem de durum değişmiyor ve sonraki derslerimde de aynı tepkiler devam ediyor. Sonradan diğer öğretmen arkadaşlarımdan da öğreniyorum ki Uzak Doğulu öğrenciler şükranlarını her zaman bu şekilde gösteriyorlar. Biz de öğretmenleri olarak yaptığımız işin önemsenmesinden ve takdir edilmesinden dolayı kendimiz son derece iyi hissederek sınıftan ayrılıyoruz. Aynı hisleri Ahmet Dervişoğlu ile kısacık bir sohbet esnasında da hissetmek mümkün!

Ayrıca kitapta, Doğan Cüceloğlu’nun sorduğu birçok soruya verdiği, benim çok sevdiğim bir cevabı var Ahmet Dervişoğlu’nun: Bravo! Evet, konuşurken bunu o kadar çok kullanır ki, siz son derece sıradan bir şey söylediğinizi düşündüğünüz bir anda, o, “bravo” tepkisiyle, konuşmanızın bir yerine dikkat çeker. Bunun çok önemli olduğunu vurgulayıp üzerine düşünmenizi sağlar.

Mutluluk tanımı, kendisiyle ve çevresiyle barışık insan
Ahmet Dervişoğlu tanıdığım en mutlu insanlardan biri. Doğan Cüceloğlu’nun da, ailesinin de sıklıkla söylediği o içten kahkahası ise çok meşhur. Kitapta buna dair de çok iz var. Mutluluk, mutlu olmak hayattaki öncelikli amaç. Örneğin kitapta para yönetimi ile ilgili bir soruya verdiği cevap şöyle:
“Esas amaç mutlu olmak ya, bu ne demek? Kendisiyle barışık olmak, yaşama sevinciyle dolu olmak, güzellikleirn farkına varıp haz almak, ıslık çalıp şarkı söylemek, kahkaha atmak. Eğer para yönetiminde başarılı değilsen mutsuz oluyorsun.” (s. 177)

Yalnızlığa dair başka bir soruyu da mutlulukla ilişkilendirerek cevaplıyor:

“Ben mutlu bir insanım diyorum, herkes de böyle biliyor yani o anlaşılıyor, benim dememle olmaz o. Bunun temel kaynaklarından biri yalnız kalabilmem. Ben yalnız kaldığım zaman kimse, ‘sen yalnız kalıyorsun, ben de geleyim’ demez. Adam yalnız kalmak istiyor, bırak, değil mi? Çok mutlu olurum yalnızlıktan. Dediğim gibi hayatı anlamlı kılan sevgi. Ne derece insanları mutlu edebiliyorum, ne derece işe yarıyorum, ne derece güzelliklerden zevk alıyorum?” (s.180)

Ancak sonraki satırlarda şuna da dikkat çekiyor. Bu demek değil ki insanlar için saçını süpürge et, hayatını onlara ada! Önce kendi içinde ve hayatında mutlu olmalısın ondan sonra bu mutluluğu çevrene yayabilirsin.

Günümüz dünyasında en geçerli meziyet çalışmak…
Ahmet Dervişoğlu çalışmaya âşık bir insan. Kitapta “ben matematiği sevmiyorum, ona aşığım” (s.199) diyor ya, bence bu cümleyi çalışmak için genelleyebiliriz. Çalışmayı seven bunu gizlemeyen, çalışarak başardığını ve bundan gurur duyduğunu her fırsatta belirten biri. “Çalıştığını gizlemek” kulağa garip gelse de kendi çevremde de, toplumumuzda da çok yaygın bir durum maalesef. İnsanlar çalışkan olmak ve zeki olmak arasında bir kavram kargaşası yaşıyorlar. Zeki olmayı hiç çalışmadan başarmak, çalışkan olmayı ise zeki olmadığı, kapasitesi yeterli olmadığı halde çalışarak zorlukla elde edilen bir düzey olarak algıladıklarından “Ben sınava hiç çalışmadım, çalışmadığım halde kazandım” demeyi meziyet kabul ediyorlar.
Dervişoğlu, o yıllardan bu yana pek de değişmeyen bu konudaki bir anısını şöyle anlatıyor:
“Ben İzmir Atatürk Lisesi’nde iken, ertesi gün sınav varsa bazı öğrenciler bahçede hem yürü hem ders çalışırlardı; fakat biriyle karşılaştıklarında defteri saklarlardı ki onunla dalga geçilmesin. Bense aksini yapardım; defteri yukarı kaldırırdım. İyi bir iş yaptığına inanıyorsan bunu niye saklıyorsun!” (s.91)

Çalışkanlığının, yeteneklerinin farkında biri ve bunları nesnellikle dile getiriyor:

“Çalışkan bir insanım. Bir de çalışıp mesafe kat etmeyi çok seven bir insanım. Hâlâ yeni bir şey öğrendiğimde çocuklar gibi seviniyorum. Hafızam ve odaklanma yeteneğim, farklı gibi görünen şeyler arasındaki bağı görme yeteneğim çok iyi. Bunlar benim işimi kolaylaştırıyor.” (s. 45)

Çalışmak üzerine söylediği özdeyişleşmiş sözünü de eklemek istiyorum:
“Düzgün ve etkin çalışmak günümüz dünyasında meziyettir, çalışmayıp zekası ile idare etmek akılsızlıktır, işi kurnazlığa dökmek ahlâksızlıktır.”
Kaplan anne – Derviş kadın Ahmet Dervişoğlu’nun tanımlamasıyla derviş kadın “adil, güçlü, yardımsever, insansever” (s.43) bir kadın. Kendi ailesinde gözlemlediği annesi, ablası, eşi ve kızları derviş kadın özelliklerini taşıyorlar. Bu biraz kalıtımsal olarak geçen biraz da çevreden öğrenilebilen bir durum.

 

Çayhan Dervişoğlu, Ahmet Dervişoğlu’nun sonsuz bir enerjiye sahip harika eşi! O, bir derviş kadın. Yetenekli, güzleryüzlü, insan ilişkileri gelişmiş, karşısındakine kendisini iyi hissettiren, Karadeniz’in enerjisini sözünde, davranışında hissedeceğiniz biri. Kitapta kendisine ait bölümleri okurken satır aralarından dahi ses tonunu, mimiklerini, enerjisini hayal edebildim. Birkaç yıl önce kızları Yeşim Dervişoğlu’nun çevirdiği Kaplan Anne kitabını okuduktan sonra bana, kendisinin de bir kaplan anne olduğunu söylemişti. Açıkçası, o denli katı disiplini Çayhan Hanımla özdeşleştirememiştim. Çünkü kitapta Çin kültüründe çocuk eğitiminin önemli bir parçası olan aşırı kuralcı bir anne anlatılıyordu ki bu anne, alıştığımız klasik Türk annesinden fersah fersah uzaktı. Ancak, Derviş’in Aklı’nda kızlarından üniversitedeyken bile ders programlarını odalarına asmalarını istediğini, okul çıkışlarında hemen eve gelmelerini beklediğini yüzümde bir gülümsemeyle okuduğumda Çayhan hanım’ın “kaplan anne” olduğunu söylemekle ne demek istediğini anladım. Çayhan Dervişoğlu, Kaplan anneliği Türk anneliğiyle sentezleyen bir derviş kadın. İyi bir eş, iyi bir anne, iyi bir öğretmen… Kitapta, Ahmet Dervişoğlu’nu ve onunla geçirdiği yılları Çayhan Hanım’dan dinlediğimiz bölümler kitabı zenginleştiren, zevkle okunan bölümler.

Doğan Cüceloğlu bir yazar olarak kitabının arka kapağında şöyle tanıtıyor kitabını:
“Bu kitap okulu olmayan Akçapınar Köyü’nden bilge bir babanın inancıyla yola çıkarak okumaya başlamış ve İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Fakültesi’nde Profesör olmuş, sonrasında aynı fakülteye dokuz yıl dekanlık yapmış, Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nde üç yıl araştırmalar yapmış ve dersler vermiş Prof. Ahmet Dervişoğlu’nun öyküsünü anlatıyor.”

Ben ise bir okur olarak, keyifle okuduğum bir kitabın ardından kısaca şunları söylemek istiyorum:
“Bu kitap, içine doğduğu dogmatik ortamın aksine rasyonel düşüncelere sahip, çalışmaya, yükselinebildiği kadar yükselmeye önem veren, daha azına razı olmayan aydınlanmacı bir bilincin, öyle olunması gerektiği için değil zaten öyle olduğu için, öyle “programlandığı” için insana değer veren, yücelten, beklentisiz paylaşan bir Derviş’in hikayesi. Hayata, çalışmaya, insan ilişkilerine dair eşsiz deneyimlerle dolu bir kitap.”

22.05.2016
Selmin KUŞ
Ankara